Amour / Aşk (2012)





… film ekranda izlenip tüketilen bir şey olmaktan çıkar ve aklımızda, kalbimizde hatta içimizde serüvenine devam eder. (M.Haneke)

Sinekiyatri’de yer alan Haneke’nin Cache’iyle ve Funny Games’le en önemli benzerliği sadece başrol karakterleri: Anne ve George Laurent isimleri değildir elbette.. Benzer bir aile, orta-üst sınıf entelektüel bir yaşam. Yine eve dışarıdan bir saldırı  sözkonusu. Amour’da diğerlerinden farklı olarak çiftin korunaklı dünyasını tehdit eden soyut bir çift düşman vardır: Zaman ve ölüm.



Oyunculuklar en üst düzeyde.. Anne Laurent rolündeki Emmanuelle Riva’yı çok başarılı buldum. George’u oynayan Jean-Louis Trintignant da kusursuz. Filmdeki gerçekçiliği zirveye taşıyan başta yönetmen, başroller ve kamera çekimleri..

“Konu aşk mı yoksa değil mi?” tartışması sinemaseverler arasında hiç bitmeyecek. Amour’u: Hayat, aşk, yaşlılık, hastalık ve ölüm duygusu üzerine bir başyapıt diye özetlemek şimdilik yeterli. İMDB’de her yaş ve cinsiyet grubundaki seyirciden 8 ve üzerinde yüksek bir değerlendirme notu aldığını görüyoruz.




Korku filmlerine taş çıkaran 4-5 sahne olduğunu unutmadan not düşeyim..  Bu türün tutkunu ve artık rutine binen yapımlardan sıkılmış izleyicinin ilgisini çekecektir.

Haneke filmlerini izlemek ortalama bir seyirci için pek kolay değil. Rahatsız edici, şaşırtıcı, izleyiciyi şok eden bir tarzı olduğu kesin. Bireyin ve toplumun kendisine sormaya çekindiği sorularla sizi bir anda yüzleştirir. Öylece kalakalırsın. Ben olsam ne yapardım? Şimdi bu da nereden çıktı? Ee sonra ne oldu? ve benzeri sorularla birlikte filmin sahneleri kafanızda dönüp durmaya başlar.

İlgimi çekti: “Kes kis pas? / Kes kise pase?” kelimesini özellikle George’un ağzından sıklıkla duyarız Amour’da.. Ne oluyor? Ne oldu? Hayatımızda bir şeyler ters gittiğinde çokça sorular sormaya başlar, ne olduğunu anlamaya çalışırız.. Bir çaresizlik ve tehdit algısı barındırır bu tip sorular.. Korunaklı kalemizde kendi yarattığımız dünyanın kontrolden-hayal ettiğimiz rotadan çıktığına dair işarettir..



Film, açılış sahnesinde bugünü gösterip flashback’le o sahneye nasıl geldiğimizi bize iki saat boyunca anlatıyor. Durgun, sabit kamera.. Röportaj ekranı hissi veren koltuklar – ikili diyalog.. Bunun yanı sıra baştan sona kalp hızı ritminde devam eden tempoya rağmen ilginin ekranda kalabilmesini sağlamak gerçekten çok önemsediğim bir yetenek. İzlerken; Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filminin akış hızı ve fotografik görselliği gözümün önüne geldi.. Nitekim Haneke; yıllardır süregelen Robert Bresson hayranlığı ile birlikte son dönemde Çehov’a meyil verdiğinden bahsediyor. NBC’nin Çehov takipçisi olduğunu hatırlatayım.

Amour’da müzik olarak La Pianiste’de olduğu gibi Schubert’i dinleriz..  Çektiği filmlerde hemen hemen hiç müzik kullanmamasını, diğer yönetmenleri kastederek: “…bir sahne iyi işlemediğinde müzikle destekleyerek yapay duygu ya da gerilim yaratmaya çalışırlar.” sözüyle açıklar.


Çok dar bir alanda çekilmiş ve sinema tarihine geçmiş belki de akla hemen gelen on tane film sayılabilir. Buried (Toprak Altında) fazla tanınmış bir film olmasa da “dar alan” çıtasını en üste koymuş: Tabut içinde geçen enteresan bir yapım.. Kategorinin en tanınmışı ise Reservoir Dogs (Rezervuar Köpekleri) olmalı.. Yine Sinekiyatri’de yer alan dar mekan filmi: 127 Saat seyircinin filmle bağlantısını koparmamayı başaran önemli bir eser..

Gelelim filmimize:

Apartman görevlisinin ihbarı üzerine gelen itfaiye ve polis evin kapısını kırarak açar. Odadan müthiş bir koku yayılmaktadır. Kilitli olan kapıyı açınca trajik ve merak uyandıran bir sahne ile karşılaşırlar. Flashback’le buraya nasıl geldiğimizi izlemeye başlarız.

Anne Laurent  ve George Laurent 80’li yaşlarda evli bir çift. Müzik öğretmenliğinden emekli olmuşlar. Konserde görürüz onları. Anne’in yetiştirdiği bir öğrenciyi dinlemeye gelmişler. Otobüsle eve dönerler. Kapı zorlanmıştır. Birileri eve girmek istemiştir. Ürperirler.

Anne bir gün kahvaltı masasında donup kalır. George ne olduğunu anlayamaz bir süre. Doktor kontrolünden sonra ortaya çıkar:  Kadının sağ yanına felç inmiştir. Ameliyat olur. Başarısız geçen operasyondan sonra Anne George’a “Söz ver!! Beni bir daha hastaneye götürmeyeceksin” der.

Film ilerledikçe özellikle George zihinsel bir değişim içindedir.. Anne ise daha çok fiziksel bir başkalaşım geçirir gözümüzün önünde.

İki kişiden oluşan ve apartman dairesinde kurulu dünyalarına hastabakıcılar, yardımcılar, kızları, öğrencileri ve hatta güvercinleri çeşitli sebeplerle ziyarete gelse de, aslında kimseyi istemezler.. Aralarında konuşulmamış ama birlikte sergiledikleri bir tavırdır.. Geçmişteki güzel günleri hatırlatacak ya da bugünü sorgulayan birine tahammül etmeleri mümkün değildir.

Tekerlekli sandalye ve kocasının yardımına bağlı bir hayat sürmek zorunda kalan Anne, bu durumla başa çıkmaya çalışırken birkaç defa pes eder. George’un kuvvetli desteği ile ayakta kalır bir süre daha. Ama sonrasında durum artık insanın baş edebileceği sınırları aşar. Anne ve George geri dönülmesi mümkün olmayan bir limandan ayrılmışlardır artık.. Yönetmen yine bizi, filmin sonunda, bir düzine soru ile baş başa bırakır.

Amour’dan ve Haneke’den Notlar:

-Adı Aşk olan bir filmin Paris’te geçmesi ve Fransızca çekilmesi pek sürpriz değil sanırım Paris’i görmesek de.
-Güvercin sahnesi izleyiciler arasında çok tartışılmış. Bana göre George’un yaşadığı değişimin bir anlatımı. Birincisinde güvercine geldiği yolu gösterip dışarı çıkarıyor.. İkincisinde kuşu yakalamaya çalışıyor. Çok fazla üzerinde durulması anlamlı değil.
-Haneke’nin en sevdiğim yönü, seyirciyi özgür bırakması.. İstediğin şeyi düşünebilirsin film hakkında. Bir sınırlaması yok. Sanatın doğası bu zaten.
-Senaryonun Haneke’yi büyüten ve 95 yaşında ölen halasının hayatıyla  yakın bir ilişkisi var.
-Yönetmenin ilk dönem filmlerinden 7.Kıta ile Amour’un önemli benzerlikler taşıdığı anlaşılıyor.
-Kızları Eva babasına: “Küçükken sevişmelerinizi dinlediğimi hatırladım. Benim için iç rahatlatıcı bişeydi: Hiç birbirinizden ayrılmayacağınızı düşünürdüm.” der.
-Eva hasta yatağında durumu ağırlaşan annesi ile sohbet etmektedir. Daha çok bir monolog gibi görünen bu sahne boyunca; banka faizleri, ev alıp kiraya verme gibi maddi konulardan bahseder. Sonra salona, babasının yanına döner: “Sadece anlamsız sesler çıkarıyor” diyerek hıçkırarak ağlar.. Yönetmenin ironi yaptığını düşünüyorum: Aslında anlamsızlığın dipsiz kuyularında boğulan Eva’nın ta kendisidir..
-Emmanuelle Riva'nın rolüne ısınmak için felçli hastaları incelemekten kaçındığı, oyuncuyu role Haneke'nin hazırladığını da yazmadan geçmeyelim.

Sinedebiyatro isimli sitedeki Haneke röportajını okumanızı tavsiye ederim.

0 yorum:

Yorum Gönder

 

Copyright © 2014. Film İzle Yeni Bölüm Diziler Filmler Video Lig Tv Sitesi - Tüm Hakları Saklıdır